BAHAR ERGÜL

BAHAR ERGÜL
''Belki Benim Kağıt Param Bi Şekilde Döne Dolaşa Senin Cebine Girmiştir...''

14 Ağustos 2010 Cumartesi

BAŞLAMADAN BİTENLER

Oturup ilişkiler artık çok ucuz diye ahkam keserken birden biri çıkıverir karşına. Ne olduğunu kestiremeden cesaretini toplayıp kollarına bırakırsın kendini. Issız adam olacam da ne olacak diye göze alırsın serüveni ve karşında duramaz hiçbir şey. Herşeyiyle farklı gelir sana karşındaki. Hayranlığın şapşallık sınırlarında gezerken, sen ay ne kadar güzel lahmacun yiyor diye ağzının sularını akıtırsın. Bu dünyadan olup olmadığına emin olduktan sonra tamam dersin bu sefer şeytanın bacağını kırdım galiba. Tutar elinden dalarsın hep kıyısında kaldığın yaşama...Ben de varım artık diye haykırırsın! Ne varsa ertelenen bu zamana dek herşeyi birlikte yapmak istersin.

Çılgınca koşmak istersin hiç durmadan. Enerjin tükenmek bilmez. Fazla gelirsin hayata. İçtiğin su, aldığın nefes daha tatlıdır. Ayakların yere daha sağlam basar, ya da sen öyle zannedersin. Herşey daha anlamlıdır. Gece-gündüz, iyilik-kötülük, gülmek-ağlamak...

Sabahları uyanmak daha keyiflidir, zıpkın gibi kalkarsın sabahları yatağından. Canavar gibi kahvaltı yaparsın etrafındakilerin üzerine gülmesine aldırmadan. Yolda tanımadığın insanlara selam verirsin, öpmek istersin mahallenin bütün çocuklarını. Dünyanın en kötü insanları bile melek gibi görünür gözüne.

Yüzünde her daim salak sırıtışla kıskandırırsın çevrendekileri. Bahsettiğinde nazar değmesin derler, çaktırmadan poponu kaşırsın:) Allah ım dünyanın en mükemmel insanını bana mı tahsis ettin diye düşünür, bıyık altından pis pis sırıtırsın zafer kazanmışcasına.

Sonra bir gün kalbine bir kramp girer. Şiddetli bir baş dönmesi ve hafif mide bulantısı ile kendine gelirsin.
O vakit anlarsın gittiğini... ve bir daha ASLA geri gelmeyeceğini...
Yaşadığının gerçek olamayacak kadar güzel bir rüya olduğunu fark edersin gözlerini ovuşturarak.

Kaldığın yerden devam etmek istersin hayatına, izin vermez. Bir türlü rahat bırakmaz kafandaki acabalar... Yeni yeni hastalıklar edinirsin; tırnak yemek, saçlarının uçlarıyla oynamak gibi aslında hiçbir zaman literatürüne
girmemiş davranış bozuklukları sergilersin. Herşey gereksiz bir şekilde acıklı gelir. Aynada gördüğün surete acırsın.

Çıldırmanın arefesinde dolanıp durursun başı kesik tavuklar gibi. En sonunda eş dost zoruyla bir doktor koltuğunda alırsın soluğu. Bir kaç kutu anti depresan ilaç sıkıştırır koltuğunun altına. Sen küçücük kapsüllerin yüreğindeki acıyı nasıl sonlandırabileceğini düşünürken, kıskandığını zannettiklerine düşer teselli etmek.. Bir zamanlar mutluluktan uyuyamazken, şimdi ağlama nöbetlerinden dalamazsın bir türlü uykuya...

Anlam vermeye çalışırsın, fazla gelir yüklemek istediklerin karşındakine.Cevabı basittir aslında.Alışmamıştır
adam muamelesi görmeye. Bir insana değer vermenin ne anlama geldiğini almaz o kuş beyni. Sen verdiklerinle
kalırsın. Karşılık beklemedin belki ama ceplerini yokladığında sadece can sıkıntısıdır eline gelenler. Hiç istemesen de neden diye sorarsın...Cevapsız sorular başlar ve hiç bitmeyeceğini zannedeceğin, dayanılması en zor kabuslar başlar.Yaşadığın her güzel saniye gözyaşı olup dolar avuçlarına. Pişman olursun sevdiğine de seveceğine de...

Karanlık sokaklarda dolaşır durur bütün lobları kapalı olan zavallı beynin. Bir kaldırıma oturup biraz soluklanmak istersin.
Öleceğini zannettiğin an bir dost eli hissedersin omuzunda...
Hadi kalk gidelim der.
Nereye? yol mu var?
Yolda konuşuruz der.
Gömersin başını o omuza...
Ağladıkça dolarsın, doldukça ağlarsın...
Geçecek der içinden bir his....
Biraz zaman...
Biraz....
Zaman...


                                  Sevgilerimle...


                                                               Bahar ERGÜL

Yalnızlık Üzerine

Nedir bu hepimizin fersah fersah kaçtığı yalnızlık...
Neden korkar insan yalnız olmaktan?

Yeni nesilin icadı mıdır yoksa insanlık tarihi kadar eski midir bu his. Bazen çok gerekli bir ihtiyaç gibi görünen bu duygu, bir an gelip te nasıl insanı incitebilir anlamak güç. Yaşadığımız dünya her geçen gün biraz daha yozlaştırıyor bizleri. Arkadaşlıklarımız, ailevi bağlarımız ya da ilişkilerimiz çok hassas denegeler üzerinde yürüyor. Her an yakacak gibiyiz gemileri. Bunu yapma cesaretini gösterdiğimiz zaman kapımızda beliriyor en sadık dostumuz olan yalnızlığımız.

Çok güvendiğiniz bir dostunuz üzdüyse sizi ya da emek verdiğiniz herhangi biri canınızı acıttığında ne kadar sevimli gelir değil mi yalnız kalmak... Çok uzaklara gidip kafanızı dinlemek istersiniz. Eminim bu yazıyı okuduktan sonra bile hayatınızdan jet hızıyla def ettiğiniz kıymet bilmez insanlar geleceketir aklınıza. İşte bir ihtiyaç olarak karşınızdadır unuttuğunuz yalnızlığınız. Benden vazgeçmeyi tercih eden sendin der gibi bakar suratınıza. Ama o da bilir eninde sonunda ona döneceğinizi. O gelip tutar elinizden ve zamanın dostluğuyla buluşturup alıverir kederinizi. ‘Yalnızlık’la başlayıp ‘zaman’ la idame ettirilen ilişkinin sonunda kabuk bağlamaz mı asla iyileşmeyeceğine inandığımız yaralarımız? Bilmeyiz ki aslında herkesten daha yakındır bize yalnızlığımız.

Hayatı boyunca hep yalnız bırakılmış insanlar da yok değil çevremde. Ben bu anlamda hiç yalnız kalmadım ama inanın tarifi çok zor bir durum.Hayatta kendisinden başka kimsesi olmayanların tek alternatifidir yalnız kalmak. Kendi seçimleri sonucunda yalnız kalmış insanlarla, terk edilmişlikten kalan bir yalnızlığı yaşayan insanların bunu karşılama biçimleri çok farklı. Bir taraf seçimlerinden memnun ve şikayet etmeden hayatını idame ettirirken diğer taraf ciddi anlamda özgüven problemleriyle boğuşuyor.

Benim cephemdeki durum da tadından yenmiyor ne yazık ki. İnsanlara sınırsız güven duygusu neticesinde bi taraflarımın üstüne oturup kaldım ? Tekrar aynı süreci de itiraf etmeliyim ki hiç gözüm kesmiyor. Cesaret edemiyorum yeni birilerini hayatıma dahil edip daha sonra uykusuz geceler geçirmeye... Önceleri fazlasıyla kalabalıktım bende.Yıllar seyreltiyor sanırım çevrenizdeki insanları.Ya da süzgecinizden geçmeyi haketmeyenleri farkediyorsunuz. Az ama öz bir kaç ‘dost’ ile devam ediyorum yola... Ne yalnızım ne de kaos. İzin verdiğim ölçüde girebilir insanlar hayatıma. Yüksek değil ama duvarlarımı örmüşüm sanırım farkında olmadan.

Ne olursa olsun keyif almak lazım hayatın sunduğu koşullardan. Hiçkimse mükemmel değil. Olmaya çalışmak ta bu kovalamacanın içinde gereksiz bir yük zaten. İçinde bulunduğunuz şey her ne ise bunun bedelini çevrenizdekileri yalnız bırakarak ödetmek gerçekten zalimce. Bu zalimliği kendinize de yapmayın derim.

Yalnızlık zorunluluk değil alternatif olduğu zaman güzeldir demişti bir arkadaşım bana. Herkesin bunu bir alternatif olarak, keyifle yaşaması dileğiyle...


                        Sevgilerimle...



                                       Bahar ERGÜL

Ya Siz Bir Hayvan Olarak Doğsaydınız?

Son derece yoğun ve yorucu bir haftanın ardından nihayet yarın tatil yapacağım. Evime giden yol nedense bugün biraz daha uzun geldi. Işıklarda termometreye bakıyorum 40 C yi gösteriyor. Hava çok bunaltıcı...
İnsanın evi gibisi yok gerçekten. Siz de benim gibi evinizi kutsal mabet zannedenlerdenseniz, işiniz var demektir:) Kendimi en rahat ve kendim gibi hissedebileceğim tek yerdir evim...

Neyse. kendime içecek birşeyler hazırladıktan sonra koltuğuma gömülüp, aldım kumandayı elime. Kumandanın sadece bana ait olduğunu bilmek bile başlı başına bir bekarlık nedeni :) Kanalları gezerken bir haber dikkatimi çekti, duraksadım. dinledikçe ürperdim. Haber kısaca şöyleydi; Bursa'da bir petshop mağazasının sahibi 4 günlüğüne ortadan kayboluyor (bu süre esnasında dükkan kapalı ve herhangi birisi de bırakılmıyor) ve 3 tane hamster, 2 tane tavşan ve 4 tane de kedi yavrusu açlıktan-susuzluktan ölüyor!

Allah aşkına bu nasıl insanlık?
Bir kere petshop işletenlerin % kaçı veterinerle çalışıyor? Lütfen bunu müsait olduğunuzda araştırın. 3-5 kuruşu bir araya getiren herkes hayvanlara işkence etme hakkına sahip olabiliyor mu gerçekten? İkincisi; bu işletmeler hangi kurum ya da kurumlar tarafından denetleniyor? Ya da daha acısı denetleniyor mu???
Denetlenirken göz önünde bulundurulan şey sadece vergi levhası mı? Yoksa kedi yavrularının pislik içinde yaşayıp yaşamadıklarına bakılıyor mu? Üçüncüsü; dükkanın etrafındaki esnaf kötü kokudan şikayetçi olup polis çağırıyor, polis olay yerine geliyor kapıyı kırıp içeri giriyor. Buraya kadar tamam. İçeri giriliyor ve önce ölen hayvanlar alınıp çöpe -evet yalnış okumadınız çöpe- atılıyor daha sonra komşu esnaf mama tabaklarına su ve yem koyup hayvanların karnını doyuruyor. Polis; dükkan sahibine ne yapıyor? Koca bir hiç... Yapılması gereken işlemler belli. Bu konuda yasalar ve kanunlar çok açık. Ne yazık ki uygulamada ciddi boşluklar var.


Tebrikler... İnsana bile gereken değeri vermeyen bir toplumda hayvanlara nasıl bir değer biçilebilir bilmiyorum ama çok ağırımıza gitmesi gereken bir durum bu. Onlar kendi yaşam koşullarını oluşturmaktan aciz diye böyle mi davranmak lazım? Ya da her fırsatta müslüman bir toplum olduğumuzu haykıranlar bu yapılanın hangi tanrı adaletine sığdığını açıklayabiliyorlar mı acaba? Hayvan sevmeyen insan da sevmez. Yazık... Bu dünyada bizim kadar onların da yaşamaya hakkı var.

Hayır, bir de çıkıp hayvan hakları diye bağırdığınızda daha enteresan bir muamele görüyorsunuz. Hayvan
hakları savunucuları toplumun şımarık burjuvazisi diye damgalanmaktan nasibini fazlasıyla almış durumda.İpe
sapa takılmayacak suçlamalar yapılıyor. Hayvanların yaşam alan ve standartlarıyla ilgilenmek sınıfsal bir sorun
gibi algılanıyor ne kadar acı...

Kabul etmek gerekir ki Türkiye'de gerçekten bu konuya gereken özen gösterilmiyor. Şuan gelinen nokta
bile çok ciddi çabalardan sonra büyük başarı olarak kabul edilebilir. Bir kaç hayırsever kendi imkanlarıyla birşeyler yapmaya çalışıyor ama ne yazık ki bu da çok sınırlı kalıyor. Halk konuya çok ilgisiz.

Eğer ordaysan iyi oku bunları... Sen bir insan olarak kendi haklarını savunmaktan acizsen ya da bir şekilde bunu yapmaktan vazgeçmişsen bu senin seçimindir ve buna saygı duyarım.Ama bir kaç tane duyarlı insan hayvanların haklarına sahip çıkmaya çalıştığında bunu da baltalamaya çalışırsan, yarın o hayvanlardan daha kötü şekilde ölmeye mahkum olursun...


                                                                 Sevgilerimle...

                                                                                            Bahar ERGÜL

Hadi Çık İşin İçinden

Aklımın sınırlarını zorluyor bu durum...
Bu 'sevememe' hali..
Güvenememe hali..
Herkes paranoyak olmuş, hepimizde bir kazıklanma korkusu...
Pamuk iplikleriyle bağlıyız birbirimize. İnsanlar o kadar olağan bir şeymiş gibi bahsediyor ki aldatmaktan aldatılmaktan. Kanıksanmış bir durum söz konusu. Sadakat diye bir kelime duyduğumuzda gülüyoruz. Sanki bu dünyadan bir şey değilmiş gibi garipsiyoruz. tek bir insana ait olma fikirini eminim bir çok insan gülünç buluyordur. Ya da teoride cayır cayır bu fikri savunanlar pratiğe dökmeyi beceremiyor sanırım :)

Siz kendi jenerasyonunuzda ne gözlemliyorsunuz bilmiyorum ama ben kokuşmuşluktan başka bir şey
göremiyorum. Ne kadar kolay yaşanır oldu bazı şeyler değil mi? Artık birileriyle birlikte olmak çok kolay. Sıkılmak çok kolay, ayrılmak çok kolay, yenisini bulmak çok kolay, onu da bırakmak çok kolay.... Listenin sonu gelmiyor.....

Suçu karşı cinslerimize atıyoruz 'aman şekerim artık erkekler çok hayta!'. Ha bire çekiştiriyoruz adamları. Yok efendim böyle çapkınmış, yok böyle zamparaymış. İyi de onlara bu alternatifleri sunanlar kim?
Kendi hemcinslerimiz değil mi ?
Evet. Ne yazık ki artık 'zamane' erkekleri tek gecelik ilişkilerden ötesine geçmek istemiyor. Yemiyor çünkü.
Sorumluluk altına girmek, birine bağlı olmak, ona sadık kalmak filan uzun iş. Hem ne gerek var? Hazır elinin altında onu hiç bu zahmete sokmayacak figüranlar da var.. Suya sabuna dokunmadan yaşanıyor herşey. Kimse girmek istemiyor külfet altına. Derinlere dalmadan mutlu mesut takılıyoruz sığ sularda.

Kim olduğunu şuan hatırlayamadığım önemli bir şahsiyet 'insan sevebildiği kadar insandır' demiş. Ver elini öpeyim ne güzel söylemişsin. Sevmeyi beceremediğimiz için mi uzaklaştık insanlığımızdan? Tüketir olduk insanı insan yapan bir çok duyguyu. Ne zaman bu hale geldiğimiz hakkında en ufak bir fikrim yok. 'Bu devirde babana bile güvenme' diyen densizleri nasıl dövmek istediğimi tahmin edersiniz sanırım :)

Bence korkuyoruz emek vermekten. Korkuyoruz emek verip hayal kırıklığı yaşamaktan. Ne olursa olsun güvenmek lazım, sonunda kazık yemek varsa bile. Deliler gibi aşık olmak lazım, zalim sevgili gitmeyi tercih ettiyse de salya sümük ağlamak lazım... Sonra burnumuzu silip yine gülümseyerek kendimizle dalga geçebilmek lazım... Bu hayat korkaklara göre değil. Tekrarı yok çünkü...


                     Sevgilerimle...


                                               Bahar ERGÜL

Geç Kalmayalım

Dünyada ne kadar garip bir devir daim var değil mi?

Muntazam bir düzen hakim evrende. Her gün birileri merhaba diyor hayata ve hergün başka birileri kapatıyor gözlerini ebediyete doğru... Bir gün bütün yaşanmışlıklarumızla birlikte yok olup gitme fikri kimin hoşuna gidiyor ki... Yaşam içerisinde neye göre konumlandırıldığımızı anlamak güç. Kendi adıma bildiğim tek şey, hayat çok kısa gerçekten. Göz açıp kapayana kadar geçiyor zaman. Bakıyorum da kocaman kız olmuşum. Bir çikolata için yaptığım edepsizlikler dün gibi aklımda halbuki :) Yıllar kovalıyormuş birbirini. Her an bize cömertçe sunulan bir armağanmış aslında. Gereksizmiş kavgalar. Anlamı yokmuş küsmelerin.

Geçenlerde eski bir arkadaşımla Korupark'ta karşlaştık. Allah ta biliyor ya çok acelem vardı, bi hoşbeş edip savacaktım başımdan. Gözlerime öyle hüzünlü baktı ki. ''sende bir hal var'' dememe kalmadı titredi dudakları. Derhal Kahve Dünyası'nda aldık soluğu. Kahvelerimiz şekerli ama sohbetimiz acıydı...

Çok sevdiği fakat son 4 yıldır çeşitli sebeplerle görüşmediği babacığını kaybetmişti. Halini bi görseniz. Nasıl hayıflanıyor babasından uzak geçen senelere. Keşkelerin ardı arkası kesilmek bilmiyor. Bin pişman...
Cümlelerinden acı döküldü, keder sel olup aktı yanaklarından.
''son bir kez Bahar...
'son bir kez sarılabilseydim...''

Gözlerim doldu. Konuşamadım. Yutkunamadım. Sadece sımsıkı tuttum elini. Göğsüme gömülüp hıçkırmasına
izin verdim. Bir kaç kelime çıktı ağzımdan yarım yamalak. Baktım saçmalıyorum ondan da vazgeçtim. Kim bilir kaçımızın bu şekilde sevdiklerine hasret ölümler yaşayacağımızı düşündüm... İçim buruldu..

Muhakkak ki hayatta bizim dışımızda verilen hükümler var, ona sözümüz yok. Peki ya kendi yarattığımız
ayrılıklara ne demeli? Var mı şikayet etmeye hakkımız?Ben bu yazıyı bitirdikten sonra şöyle bir deşeceğim ardımda bıraktıklarımı. Sonra kim var kim yoksa kırıp döktüklerim arasından bulup sarılacağım. ''Geç kalmayalım'' diyeceğim...

Hiç düşündünüz mü beki bir telefonla bile gönlünü alabileceğiniz nice dostlarınız vardır? Günümüz koşullarında kadim dostlar, vefalı arkadaşlar bulmak bu kadar zorken neden sahip olduklarımıza hakettikleri değeri vermeyelim?


Sahip çıkalım olur mu...
Ellerinden tutalım gözlerimize bakanların....


                                     Sevgilerimle...


                                                                 BAHAR ERGÜL

UNUTTUKLARIMIZ

Boğucu Bir Bursa Sabahındayız...
İnsanda bütün gün picamalarla film izleyip, patlamış mısır yeme hissi uyandırıyor...
Ben birçok insanın aksine sevimli buluyorum böyle kasvetli günleri. Başka türlü durup dinlenmiyoruz çünkü, hep bir yerlere yetişme telaşı. Ayaklarını uzatıp sadece kendini dinlemeli insan bazen. Kapamalı gözlerini. Nefes almalı, unuttuklarını hatırlamalı...

Hayat tam bir koşuşturma olmuş. Hiçbir şeye fırsat bulamıyor çağımızın insanı. Dostlarla buluşup bir fincan kahve içmekten artık bir külfetmiş gibi bahsediliyor. Üzülüyorum...Nedense hep makul biz mazeret bulup alıştık herşeyi geçiştirmeye. ''Zamanım yok şekerim'' gibi söylemleri ne kadar sık duymaya başladık değil mi? Bir türküdür tutturmuşuz gidiyoruz. Bencil insancıklar olduk haberimiz yok...

Düşünüyorum da... Komşularla gidilen piknikler, altın günlerinde annelerin yanlarına mevzilenerek dinlenen son dakika dedikoduları, baygın parfüm kokuları altında çekiştirilen kaynanalar... Neler unutulmadı ki... Ne kadar küçükmüş dünyamız, ne kadar çok zamanımız varmış ve ne kadar mutluymuşuz eskiden. Babannemin;
o kimsenin girmeye cesaret edemediği misafir odasında (davetsiz bastıran konuklar için) her daim hazır bulunan lokum tabaklarını özlüyorum...

Face'ten kurulan arkadaşlıklar, msn'den 'çakılan' selamlar, chat'ten kurulan daimi (!) dostluklar sıkmadı mı sizi de? Kendi adıma bir hayli bunalmış durumdayım :) İşin kötüsü, tüm bunların dışında kaldığınız zaman daha komik bir muamele görüyor olmanız.  ''E hayat hızlandı şekerim.'' Bak bak cevapları da hazır sanal böcüklerin :) Ona da eyvallah:)

Tabi ki Tanzanya'da yaşayan insanlardan farkımız olsun. Araştıralım, öğrenelim, bilelim dünyada neler olup bittiğini. Ama 'ayarı' kaçırmadan :) Çağa entegre olalım diye fazla suyunu çıkarmadık mı olayın?
Biraz durup düşünme zamanıdır bu Bursa sabahında. Çok kasvetlenmeden :)

Şimdi köşedeki fırından sıcacık kurabiyeler sardırsa bir sevdiğiniz...

Çat kapı size gelse...
Siz de şöyle güzel bi çay demleseniz...



                                 Sevgilerimle...

                                                                     
                                                                 Bahar ERGÜL